top of page

“PASAPORTLARA HAPSEDİLMİŞ KADERLER”

Bu yazının kaleme alındığı günlerde, Terörist devleti olan İsrail, Gazzelilerin suyunu keserken yağmur niyetine bombaları yağdırmaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e saldırısı ile başlayan çatışmalar neticesinde ortalık toz duman olmuş vaziyettedir. İnsanlık suçları işlenmekte, katliamlar yapılmakta, devletler sıra sıra saf tutmakta ve seyretmektedir. Ben bir siyaset bilimci değilim. Olayın siyasi yönünü uzmanlar uzun uzadıya, geceden sabaha zaten konuşuyorlar.

Ben ise bu satırlarda sizlerle insanların içine hapsedildiği soyut sınırları tartışmak istiyorum. Haberleri daha sık takip ediyorum bu günlerde. İsrail’in kadın, çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin herkesi kıyımdan geçirdiğini çaresizlikle izliyorum. Haberler, görüntüler, videolar… “Aman Allah’ım! Bir insan evladı bunu nasıl yapabilir diyorum. Bir devlet, sivillere yönelik güvenli rota diye açıkladığı güzergahta canını kurtarmaya çalışan insanları nasıl bombalayabilir, çoluk çocuk demeden nasıl katledebilir” diyorum.


Mısır’ın Gazze’ye olan sınır kapısını beton duvarlarla ördüğünü (sanki tavukların kümesten kaçmasını engellercesine), başka devletlerin Gazze’deki “vatandaşlarını” güvenli bir şekilde Mısır sınır kapısından tahliye edeceğine dair taahhütlerini ve buna karşın Gazze’de ölümüne hükmedilmiş her yaştan ve cinsiyetten âdemoğullarını seyrediyorum haberlerde. Özellikle “kaderlerine terk edilmiş” demekten imtina ediyorum. Çünkü bu kelimeyi kullanmak olaylara karşı kurduğumuz yanlış bir nedenselliğin sonucudur. O insanların açlık, susuzluk ve hatta bombalar altında can vermeye terk ederken kaderlerini kendi ellerimizle yazıyoruz ve aslında yazdığımız kaderlere mahkum ediyoruz.


Etrafıma bakıyorum, sokaklardan yükselen kahkahalar çalınıyor kulaklarıma. Kendimi sorguluyorum. Bir Filistinli bebeğin annesiyle birlikte yerde yatan cansız bedenlerini veya el ve ayakları bağlanarak nehirlere atılmış Arakanlı çocukların cesetlerini gördüğümde ne kadar üzülüyor, ne kadar parçalanıyor yüreğim acaba. Hemen sonrasında spor haberlerine ne kadar kolay geçebiliyorum. Bu çocukların T.C. Pasaportu olmuş olsaydı duyarlılığım aynı düzeyde mi olacaktı? Bu benim genel insanlık olaylarına olan duyarlılık seviyem miydi? Yoksa toplulukları belirli soyut kalıplar içerisine oturtup vicdanımı her birine farklı mı pay ediyordum? Düşünüyorum…

Bizi insanı insan olarak görmekten alıkoyan, Amerikalı, Türk, Filistinli veya Suriyeli olarak sınıflandırmamıza sebep olan soyut kavramları kim inşa etti zihinlerimize? Sınırın bir yanında ölen bir çocuğa, hemen diğer tarafında can veren diğer çocuktan daha fazla ehemmiyet vermemizi, üzülmemizi sağlayan zehirli algılarımızı kim dokudu ilmek ilmek sinelerimize? Gazze’den ABD veya Türk pasaportlu âdemoğulları telaş içinde tahliye edilirken, Filistinli âdemoğullarını soğukkanlılıkla ölüme terk ettiren deli mantığını hangi diyalektikle oluşturduk. Hamasın katlettiği siviller insanken Siyonistlerin katlettiklerini ne ara cansız manken olarak görür olduk?


Öyle geliyor ki insanları sınıflandırmak, ellerine bir hikaye tutuşturup dost ve düşman gruplar oluşturmak onları sürü gibi yönetmenin daha kolay bir yolu olmalı. Şöyle bir bakalım:

  • Türkiye, Azerbaycan ve Filistin’i desteklerken, Ermenistan ve İsrail’in karşısındadır.

  • Azerbaycan, Türkiye ve İsrail’i desteklerken, Ermenistan ve Filistin’in karşısındadır.

  • Ermenistan, Azerbaycan ve İsrail ile kavgalıyken, Filistin’i ve İran’ı desteklemektedir.

  • İran, Ermenistan ve Filistin’i desteklerken, İsrail ve Azerbaycan’ın karşısındadır.

Bu örnekleri dünyanın diğer bölgelerine varın siz çoğaltın.

Bir insanın anne babasını, eşini ve çocuklarını diğer insanlardan ayırması ve öncelemesi makuldür, ancak tanımadığı bir insan topluluğunu başka bir insan topluluğuna öncelemesi bize giydirilmiş bir şeytani diyalektiktir. Fark etmemiz gerekir ki insanlığı birbirine kırdıran, masumları ve güçsüzleri kurban eden ve kaderleri pasaportlara hapseden mantık tam olarak bu mantıktır.


Hz. Muhammed “Arabın Arap olmayana takvâ dışında bir üstünlüğü yoktur” derken; Yunus Emre “Yaratılanı severim yaradandan ötürü” diye haykırırken işte bu şeytani diyalektiğe başkaldırmıştır.

Önce Müslümanlar, sonra da adem oğlu olarak uyanmamız, bizim kendi fani hayatımıza en yegane borcumuzdur. Aksi takdirde Yaradan’ın karşısına hangi yüzle çıkabilir, bu dünyadan yükümüzü toplayıp ayrılırken geçen günlere nasıl tebessüm edebiliriz?


Ben ademoğlu Talha. Şeytani diyalektiğe başkaldırıyorum. Vesselam…

 
 
 

Comentários


bottom of page